Yazı & Çeviri: Uzm. Psk. Begüm Makinacı
Bağlanma, son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan bir kavram oldu. Çocuk-anne bağlanması, yetişkin bağlanması, güvenli-güvensiz-kaçıngan-korkak-dağınık-ikircikli bağlanma gibi sözleri gündelik hayatta da ilişkileri tanımlarken sıklıkla duymaya başladık. Bağlanmanın sağlıklı veya olması gereken kaç çeşidi var? Diğer bağlanma biçimlerine sahipsek ne yapacağız?
Bağlanma teorisi sahiden de çocukluktan yetişkinliğe kurduğumuz birçok ilişkiyi tanımlarken işimizi kolaylaştırıyor. Bağlanma, genelde bebek ile ona bakan kişi arasındaki bağı ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bu bağın kalitesinin bebeğin dünyayı algılama biçimini, o anki ruh halini ve gelecekte kuracağı ilişkileri de etkileyebileceğini öne sürer.
Ancak, çocuklukta ebeveynimizle kurduğumuz bağın cinsi yetişkinlikte değişebiliyor. Hatta karşımızdaki kişiye ve duruma göre kurduğumuz bağın doğası da değişiyor, değişmek zorunda. (Okuyucuya not: Size pek de güven vermeyen biriyle ilişki kurmakta zorlanmanız bağlanma problemleri yaşadığınız anlamına gelmeyebilir, hatta sağlıklı bile sayılabilir. Kimse bir dolandırıcıya güvenmiş olmayı tercih etmez.)
Bağ kurmak çok temel ve önemli bir kavram olduğu kadar her durumu açıklamak için yeterli de değildir. Bağlanma teorisine ait bazı terimlerin kendi başına bir sorun tanımı gibi kullanıldığını da görmeye başladık. Bu da belli bir tip bağlanmaya sahip olduğunuzu düşünüyorsanız kendinizi kötü hissetmenize veya başkaları hakkında önyargılı olmanıza sebep olabilir. “O da tam bir kaçıngan bağlanma” diye bahsedilen birine ayrımcılık yapıldığından söz etsek, fazla mı hassas davranmış oluruz?
Aşağıda, Harvard Üniversitesi öğretim görevlilerinden ve gelişimsel psikolojinin öncülerinden biri olan Jerome Kagan’ın konuyla ilgili yazısını bulabilirsiniz. Jerome Kagan, bağlanma ilişkisinin kişinin gelecekteki ilişkileri üzerinde o kadar da kritik bir etkisi olmadığı görüşünde.
Kaynak: https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-human-spark/201306/the-attachment-debate
Bağlanma Tartışması
Bir bebeğin bağlanma tarzı gelecekteki hayatına hükmetmiyor.
Herkes iki konuda hemfikir: Ebeveynlerin veya çocuğa bakan kişilerin çocuğa karşı davranışları değişkenlik gösterebiliyor ve neticesinde, çocuğun da ona bakım veren her kişiyle oluşturduğu duygusal ilişkinin de kalitesi değişiyor. Bağlanma tartışmasının merkezinde üç mesele yer alıyor:
Bu duygusal ilişkiyi en iyi şekilde nasıl tanımlarız?
Bu ilişkiyi nasıl ölçüp değerlendiririz?
Son olarak, çocuğun birinci yaşına kadar oluşan bu bağ çocuğun gelecekteki kişiliğini etkiler mi?
İlk sorunun cevabını John Bowlby bağlanma kuramını geliştirerek verdiğini düşündü. 1950’lerde, ebeveynlerin çocuklarının rahatsızlıklarına gösterdikleri hassasiyetteki farklılıklara göre, bebeklerin ebeveynleriyle kurduğu ilişkideki güvenin de değişkenlik gösterdiğini öne sürdü. İkinci soruyu ise, Londra’da Bowlby ile çalışan Mary Ainsworth yanıtladığını düşündü. Anneleri tarafından bir deney odasında tek başına veya bir yabancıyla bırakılan 1 yaş çocuklarının tepkilerini ölçmek için Yabancı Ortam adı verdiği bir prosedür tasarladı. Annenin ilk bir yıl boyunca evde çocukla kurduğu ilişkideki hassasiyetinin 1 yaş çocuğunun davranışını belirleyecek temel şey olduğunu varsaydı. Anneleri odadan çıktığında biraz ağlayan ama anne birkaç dakika sonra döndüğünde rahatça sakinleştirilebilen bebeklerin güvenli bir bağ kurmuş olması gerektiğini öne sürdü. Hiç ağlamayan veya çok şiddetli şekilde ağlayan bebeklerin ise muhtemelen güvensiz bağlanmış olması gerekiyordu.
Üçüncü soruyu ise yanıtlayamıyoruz çünkü annenin hassasiyeti ve bebeğin kurduğu bağ ilişkisinden bağımsız olarak, bebeğin davranışı bebeğin doğuştan getirdiği eğilimlerden ciddi biçimde etkilenir. Bebeklerin küçük bir yüzdesi, ciddi beklenmedik olaylar karşısında daha hassas olmalarına neden olan bir mizaçla doğar ve anne odadan çıktığında allak bullak olurlar, dolayısıyla sakinleştirilmeleri de daha zordur. Bu bebeklerin güvenli bir şekilde bağlanmış oldukları sevecen ve hassas bir anneleri de olabilir. Diğer bebeklerin ise anneleri yabancı bir odada onları yalnız bıraktığında sakin kalmalarına izin veren bir mizacı vardır. Onların da bağ kurmuş oldukları hassas bir anneleri olabilir. Psikologların bir bebekle ebeveyni arasında kurulan bağın kalitesini tam olarak ölçebilecek kadar hassas bir yönteme sahip olmadığını söyleyen hayli çalışma var. Yani, bir bebeğin kurduğu bağın geleceği tayin etmede ne kadar etkili olduğunu kimse öngöremez. Kendi araştırmalarım ve başka araştırmacıların çalışmalarına baktığımda, çocuğun içine doğduğu toplumsal sınıfın ve okul ve arkadaşlarla yaşadığı deneyimlerin erken bağlanma ilişkisinden çok daha fazla etkiye sahip olduğunu tahmin ediyorum.
Yanılıyor olabileceğimi kabul ediyorum. Daha önemlisi ise, sözkonusu kanıtlara ulaşmadan bir bebeğin kurduğu bağın gelecekteki duygudurumunu, ilişkilerini ve ruh sağlığını etkileyeceğine dair güçlü ifadelerden kaçınmak gerektiği. Bu fikrin cazibesi, gücünü 18. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan bazı fikirlere dayanır: Çocukların ilk tecrübelerinin birçok şeye hükmettiği anlayışına ve çocuğun sağlıklı gelişiminin anne sevgisine bağlı olduğu ahlaki bir önkoşula dayanmaktadır. İkisi de henüz kanıtlanmamıştır.
Comments