Yazar: David B. Feldman
Çeviri: Uzm. Psk. Begüm Makinacı
Dünyanın şu halinde bile umutsuzluğa düşmemek için 3 sebep
Umut insanların genelde işler yolunda giderken kullandığı bir sözcüktür. Eğer birinin iş görüşmesi iyi geçmişse “iş konusunda ümitliyim” derler. Ya da hava durumu 7 gün boyunca sıcak hava gösteriyorsa, bir arkadaşımıza “Perşembe günü yürüyelim mi, bence güneşli olacak” diyebiliriz. Böyle koşullarda umutlu olmak kolaydır. Peki ya kasvetli zamanlarda?
Geçtiğimiz birkaç ayın son zamanların en travmatik zamanlarından olduğuna şüphe yok. 11 Mart’ta Dünya Sağlık Örgütü koronavirüsü resmi bir salgın olarak açıkladı. O günden beri dünya genelinde 8 milyondan fazla insan etkilendi. (1)
Türkiye’de hastalıkla direkt temas eden kişi sayısı 180 binin üzerinde. (2)
25 Mayıs’ta 46 yaşındaki siyahi ABD vatandaşı George Floyd, Minneapolis’te beyaz bir polis tarafından vahşice öldürülürken, bu esnada diğer iki polis onu zapt ediyordu ve bir başkası da buna tanıklık etmekle yetindi. Su katılmamış ırkçılığın bir örneğine daha şahit olduk. Takip eden haftalarda yüzbinlerce insan sokaklarda George Floyd ve onun gibi katledilen diğerleri için üzüntülerini ve öfkelerini dile getirdiler. Birkaç gün önce Atlanta’da bir polis tarafından öldürülen Rayshard Brooks da aynı kaderi paylaştı.
Dünyamızın şu anki halini umut verici olarak tanımlayacak çok az kişi vardır. Tam aksine, akla daha çok trajik, yürekler acısı ve can sıkıcı gibi kelimeler geliyor. İnsanlar ürkmüş, üzgün, öfkeli ve kederli. Yine de bütün bu kargaşa içinde güzel şeyler de oluyor. 1 Haziran’da yayınlanan Buzzfeed makalesinde bu güzel anların bazı çarpıcı fotoğrafları görülebilir. (3) Dünyada birçok şehirde insanlar George Floyd’u çiçeklerle andı. Gönüllüler göstericilere ücretsiz yemek, su ve diğer temel ihtiyaç maddelerini dağıttılar. Koronavirüsün yayılmasını önlemek için ücretsiz maske dağıtılıyor. Bütün bunlar Covid-19 hakkında devam eden hızlı ve yaygın bilimsel araştırmanın ışığında yapılıyor. Gelecek vaat eden tedavi yaklaşımları ve ilaçlar araştırılmaya devam ediyor. (4),(5)
Elbette bunların hiçbiri acıları yok etmiyor. Hiçbiri koronavirüsün birçok kişiye yaşattığı kederi sihirli değnek gibi yok etmiyor. Hiçbiri pandemi nedeniyle kaybedilen milyonlarca işi sihirli bir şekilde geri getirmiyor. Hiçbiri George Floyd ve yüzyıllar boyunca ırkçılığın kurbanı olmuş sayısız kişiyi geri getirmeyecek. Epey acı var. Fakat acı içinde bile umut kendine yer bulabilir.
2016’da The Guardian’da yayınlanan makalesinde yazar ve aktivist Rebecca Solnit şöyle diyor: “Sizin umutsuz olmanızı, kendinizi güçsüz hissetmenizi, eyleme geçmenin fayda etmeyeceğini düşünmeniz rakiplerinizin işine gelir. Umut etmek feragat etmeniz gereken bir şey değildir, ondan vazgeçmek zorunda değilsiniz.” Bir başka deyişle, en kötü zamanlarda bile umudu kesmenize gerek yok.
Bunun için 3 sebep:
1. Umut bir yanılgı değildir
Umut etmek boş hayallere kapılmakla aynı şey değildir. Bardağın dolu tarafına bakmak da değildir. Umut etmek bardağın yalnızca üçte biri doluyken ya da tamamen boşken bile mümkündür. Çünkü gerçek ümit hayal dünyasında yaşamak değildir, tam olarak yaşadığımız dünyada olmaktır. Istırap ve acıyı inkâr etmek değildir.
2014’te yayımlanan Supersurvivors (Süper Kurtulanlar) kitabında korkunç travmalar ve trajedilerden kurtulan ve dünyanın iyileştirmeye katkı sağlayan 17 kişinin profili incelendi. Öykülerinde istikrarlı olarak rastlanan unsura “ayakları yere basan umut” adı verilebilir. Bu kişilerin hepsi, umutlu ve geleceğe odaklı bir ruh halinde olmakla beraber içinde bulundukları durumun da farkındalardı. Örneğin, 1930 yılında yaşanan bir linçten sağ kurtulan tek kişi olan James Cameron, Ulusal Siyahi İnsanların Kalkınması Birliği’nin (National Association for the Advancement of Colored People) Anderson İndiana’daki ilk şubesini kurdu. Milwaukee Wisconsin’de konutların ırklara göre ayrılmasının kaldırılması için çalıştı ve Amerikan Siyahi Soykırım Müzesi’ni kurdu. Bunları yaparken dünyanın harika bir yer olduğu yanılgısında değildi. Aksine, ümidini karşılaşacağı sarsıcı dirence rağmen siyahi Amerikalılar için daha iyi şartlar sağlamaya inanç ve azimle katkıda bulunabileceği ihtimalinden aldı. Otobiyografisinde şöyle yazıyor: “Dudağımdan düşmeyen inancım ve dualarımla, gözümü yoldan ayırmamaya ve ayağımı gazdan çekmemeye azmettim.” Black Lives Matter hareketinde yer alan insanlar ve Covid-19 pandemisine son vermek için çalışan biliminsanları ve doktorlar da bunu kolay olduğu için yapmıyorlar. Çabalamaya değeceğine yürekten inandıkları için yapıyorlar. Umutsuz hissediyorsanız, kendinize sorun:
Sizin hayatınızda hangi amaçlar ayağınızı gazdan kesmemeye değer?
2. Umut etmek gerçeği var eder
İşin özünde umut bir algılama biçimidir. Diğer algıların aksine, gerçeği yaratma/var etme/dönüştürme ihtimali vardır. Çoğunlukla duyularımızın hakikat olduğunu düşünürüz. Şimdi etrafınıza bakın ve çevrenizdeki nesneleri fark edin. Bu nesneler biz onları algılamasak da oradalar, bizim algımıza muhtaç değiller. Fakat umut öyle değildir. Henüz var olmayan bir şeyin, ihtimaller dahilinde olan bir şeyin algılanmasıdır. Araştırmalar gösteriyor ki, insanlar umutlu olduğunda hedeflerinin gerçeğe dönüşme ihtimali gerçekten de artıyor. Umut etmenin sihirli bir etkisi olduğundan değil. İnsanlar neyin mümkün olduğuna dair net bir inanca sahip olduklarında bunu gerçekleştirmek için adım atmaya daha eğilimliler. Barack Obama’nın kitabının isminde olduğu gibi (The Audacity of Hope – Umudun Cesareti), umut gerçekten de sıklıkla cesurdur. Gerçeğe tüm çıplaklığıyla bakabilmeyi ama yine de geleceğin daha iyi olabileceğine cüretkâr ve gözüpek şekilde inanabilmeyi içerir. Bazıları buna gözü kara olmak da diyebilir ama bir zamanlar gerçekleşmesi imkânsız gözüyle bakılan birçok hedefin şu an gerçekleştiğini biliyoruz. Geçtiğimiz yüzyılda, insanlar uçmayı başardı, aya gitti, tüm dünyayı internetle birbirine bağladı, çocuk felci ve çiçek gibi hastalıkları ya yok etti ya da neredeyse ortadan kaldırdı. Umutsuz hissediyorsanız, algılarınıza göz atın. Değer verdiğiniz amaçların gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu mu düşünüyorsunuz? Eğer tavrınız daha cüretkâr olsa ne değişirdi?
3. Umut etmek bir stratejidir.
“Umut karın doyurmaz” gibi ifadeleri duymuşsunuzdur. 2000’li yıllardan beri “Umut bir plan yerine geçmez” ifadesi ABD’de hem sol hem sağ kesim tarafından kullanıldı, kökeni ise en az 1900’lerin ortasına dayanıyor. Bu ifade bir anlamda doğru tabi: Ümit yalnızca bir his olarak bir plan veya çözüm önerisi değil. Bu his kötü hissederken bize güvenli bir liman olsa da sorunlarımızı doğrudan çözmeyecek. Ama umuda yalnızca bu açıdan bakmamak gerek.
“Umut etmek aktivizmdir.” Oyuncu ve aktivist Jane Fonda’nın bu meşhur sözleri başka bir bakış açısı getiriyor. Buna göre ümitli olmak bir duygudan daha fazlası: bizi eyleme iten bir düşünce biçimi. Bu görüş psikolog C.R. Snyder’ın araştırması tarafından da desteklendi. Hedeflerimizin takipçisi olmanın özünde umutlu olmak yatıyor. Snyder, birçok ümitli insanla yaptığı görüşmelerde hepsinde ortak üç şey keşfetti: hedefler, buna giden yollar ve başarma hissi. Öncelikle, net şekilde tanımladıkları hedefleri vardı ve bu hedeflere baş koymuşlardı. Sonra, onları hedefe götüreceğine inandıkları yolları yani stratejileri vardı. Bu yolların onları kesinlikle hedeflerine ulaştıracağı yanılgısında değillerdi. Bunun yerine, önlerinin bir şekilde tıkanmasının kaçınılmaz olduğunu fark ettikleri için birden fazla yol denemeye meyillilerdi. Son olarak, kendilerine ve kendi becerilerine olan inançları sabitti. Bu kişiler, hedeflerine ulaşmaya çabalamanın zor olabileceğinin farkında olmakla beraber, daha derinde eğer denemeye devam ederlerse başarabilecekleri ihtimaline inanıyorlardı. Bir başka deyişle, umut etmek bir anlamda bir stratejiydi. Umut etmek bizim için neyin önemli olduğunu, buna nasıl erişeceğimiz fikrini ve eyleme geçmemiz için kendimize olan inancımızı içerir.
Tekrar söyleyelim, bu daha “aktif” umutlu olma hali sihirli bir biçimde ırkçılığa son vermeyecek, Covid-19’u ortadan kaldırmayacak ya da diğer hedefleri hemencecik gerçek kılmayacak ama bizi çabalamaya iten psikolojik gücün bizzat kendisi. Psikolog Meg Van Deusen “Stressed in the U.S.” kitabında da umut hakkında şöyle diyor: “Ona sahipsek harekete geçiyoruz. Harekete geçtiğimizde de bir şeyleri değiştiriyoruz”. (6)
Eğer umutsuz hissediyorsanız, kendinize hedefinize ulaşmak için hangi yolları devreye sokabileceğinizi sorun. Bu, sizi hedefinize yakınlaştıran küçük bir şey bile olabilir. Tanıdığım bir kişi, geçen ay ümitsiz hissettiği bir dönemde Covid-19 maskeleri yapmaya gönüllü oldu. Ufak bir adımdı belki ama kendisinin duruma bakış açısını değiştirdi ve o da dünyayı daha iyi bir yer yapmaya katkı sağlamış oldu. Gönüllü olarak çalışmak, bir protestoya katılmak, bağış yapmak, mektup yazmak, bir arkadaşı aramak, sosyal medya için paylaşım hazırlamak ve niceleri gibi birçok yöntem düşünmeye değer. Herkes her yöntemi içine sindiremeyebilir ya da uygulayacak durumda olmayabilir ama ümitsiz hissederken hiçbir şey yapmamak o ümitsizlik hissini çoğu zaman yoğunlaştırır.
Dünyamız epey kasvetli görünüyor: Milyonlarca koronavirüs vakası, trajik ve adaletsizce öldürülen siyahi insanlar. Umudu kaybetmek kolay görünebilir. Tam da bu yüzden gelecek günlerin daha iyi olabileceğine tutunmak daha da önemli. Sizin bulunduğunuz yerde, daha güzel bir dünya için siz hangi adımları atabilirsiniz? Şu aralar hepimizin bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor.
Yazı içindeki kaynaklar:
Commentaires